Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın
Kahraman Kerem, dağların zirvesinde yürüyüşe geçmişti. Ufuk çizgisinde günbatımının renkleriyle dans eden bulutlar, onun içindeki gizemli düşüncelere eşlik ediyordu. Şair Mehmet Akif Ersoy’un dizelerinde yankılanan “Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın” sözleri, Kerem’in kaderini şekillendirecek bir çağrı gibi gelmişti.
Kerem, bu sözlerdeki derin anlamı anlamaya çalışıyordu. Belki yarın, dedikçe, önünde birçok bilinmezlik olduğunu biliyordu. Ama aynı zamanda, belki yarından da yakın, bu bilinmezliklerin bir çözüme kavuşabileceği umudunu taşıyordu. Zorlu bir yolculuğun eşiğinde duruyordu, ancak içindeki ateş, bu yolda yürümeye kararlı olduğunu fısıldıyordu.
Şairin ifadesinde gizlenen o kişi, Kerem’in kendi içindeki mücadeleleri ve hayatının zorluklarına dair bir ayna gibiydi. Belki de bu zaman dilimi, birkaç yıl veya ondan biraz daha fazlasıydı. Kerem, yaşanacak zorlukların farkındaydı, ancak umudunu kaybetmemeye kararlıydı.
O kişi, şairin gözünden Kerem’e dönüşmüştü. Belki bu zorlu zaman diliminde, Kerem de birçok sıkıntı ve sefaletle başa çıkacaktı. Ancak onun için bir çıkış yolu vardı: Allah’ın yardımı ve merhameti. Bu inanç, Kerem’in yürüdüğü yolda ona rehberlik eden bir ışık gibiydi.
Şair, bu mısralarında Kerem’e sesleniyor gibi hissediliyordu. Umudu koru, diyor gibiydi. İçindeki ateşi sönmeden, zorluklara göğüs ger. Çünkü belki yarın, belki yarından da yakın, yaşanacak olanlar, Kerem’in içindeki gücü ortaya çıkaracaktı.
Eğer bu hikaye 21. yüzyılın başlarında geçiyorsa, o zamanın çağında İslam dininin dünyaya yayılması da, bu mısranın işaret ettiği gibi çok yakın bir gelecekte gerçekleşecekti. Kerem, sadece kendi içsel mücadelesiyle değil, aynı zamanda evrensel bir özlemin taşıyıcısı olarak ön plana çıkacaktı. Yürüdüğü yol, hem kendi kurtuluşu hem de bir toplumun uyanışı için belirleyici olacaktı.